top of page
İsmail İçen

Kurak Günler'in serinliği

Zamanımızın en büyük dertlerinden biri sizce de yeterince serin olamamak değil mi? İnsanlara, olaylara, fikirlere bir mesafeden bakamıyoruz. Serin ve soğukkanlı olabileceğimiz bir yaklaşımdan sözediyorum. Çok yaklaşmayan bir yaklaşım. Bir şeyler düşünürken, değerlendirirken ara ara kendi bilincimize bile koyabileceğimiz bir mesafe bu.

Kurak Günler’in Coolluğu dememek için serinliği diyorum. İngilizce bir kelimeye türkçe takı bir tuhaf oluyor çünkü. ‘Serin’ de tam karşılamıyor ama idare ediyoruz.


Zamanımızın en büyük dertlerinden biri sizce de yeterince serin olamamak değil mi? İnsanlara, olaylara, fikirlere bir mesafeden bakamıyoruz. Serin ve soğukkanlı olabileceğimiz bir yaklaşımdan sözediyorum. Çok yaklaşmayan bir yaklaşım. Bir şeyler düşünürken, değerlendirirken ara ara kendi bilincimize bile koyabileceğimiz bir mesafe bu. Kolay değil ama deneyebiliriz. Çok yaklaşınca her şey birbirine benziyor biliyorsunuz. Çok uzaklaşınca da öyle. Yaklaşımın kendisi hararetimizi yükseltiyor. Aşırı ısınıp kuraklaşıyoruz. Durup duramıyoruz sakin olamıyoruz. ‘Kuantum’ yazayım da hep beraber rahatlayalım mesela.


Kurak Günler’i seyretttiğim salonda film bittiğinde yönetmenle söyleşi olduğunu bildiğim için o seansı tercih etmiştim. Film beni en çok finaliyle serinletti. Özür dilerim sürpriz bozacağım ama yazının konusu özellikle final sekansı olduğu için korkuyorsanız okumaya devam etmeyin.


Kısaca konusunu anlatayım; ‘bizden’ genç bir savcı ‘onların’ çoğunlukta olduğu bir kasabaya atanır. Bölgenin muhafazakar ve ataerkil ileri gelenleri yani ‘onlar’ yani çoğunluk savcıyı çeşitli sebeplerle kuşatmaya çalışırlar. Fakat ‘bizden’ ve özgürlükçü ve de demokrat savcımız onlarla mücadele eder. Gelin görün ki savcı bazı olaylara istemeden de olsa karışmıştır ve pek masum değildir. Yani ‘bizden’ biri pek masum değil. Olacak iş değil. Ama finalde anlarız savcımızın masum olduğunu heralde?


Yönetmen geldi alkışladık. Şahane olmuş. Bir sektör çalışanı olarak aradığım halde bariz bir sorun bulamadım filmde. Evet neredeyse kusursuz bir filmle karşı karşıyayız. Takdirler ve övgülerle dolu soruların ardından beklediğim çıkış geldi yönetmene. Aramızdan yani ‘bizden’ bir seyirci şöyle bir soru sordu:


‘’Savcı karakteriyle özdeşlik kurduk tabii ama savcımızın masum olduğunu anlayamadık yalnız finalde?’’


Ve yönetmenden seyirciye böyle serin bir cevap geldi:


‘’Evet özellikle finali açık olsun istedim, çünkü insan dediğimiz canlının siyasi görüşlerinden bağımsız zaafları olabilir, hepimizin olduğu gibi… Belki savcı da olaylara karışmıştır kim bilir?’’


Filmin Kültür Bakanlığıyla yaşadığı sorunları, Bakanlığın verdiği parayı geri istemesi, senaryonun fon alındıktan sonra değiştirilmiş olması meselelerine girecek takati bulamıyorum açıkçası kendimde. Fon meseleleriyle ilgili görüşümü kısaca yazıp geçebilirim ama: Bence sanat üreticisi devletten para istememelidir. Hem de ortada bu kadar muhalif ve zengin yapımcı varken. Cannes film festivalinde takdir görmüş ve bu filmden önce üç tane daha şahane film çekmiş bir yönetmenin devletten fon almak zorunda kalması bu ‘zengin ve muhalif’’ yapımcıların utancı olsun. Hepimiz çok haklıyız olduğumuz yerde. Öteki yani diğeri yani onlardan olan kesinlikle zalim, suçlu, hain. Ötekilerden birinin bize benzediğini görürsek, hissedersek paralize oluyoruz. Ayarlarımız bozuluyor. Ya da bizden dediğimiz onlar gibi davranırsa. Çok net çok kesin çizgilerimiz var. Artık tırnak içine almıyorum; bizden biri film yaptığında özdeşlik kurduğumuz karakterin masum olmama ihtimali ürpertiyor bizi. Çok yakınız çünkü. Biz o kadar yakınız ki onlar da o kadar uzak. Sıcak günlerimizi ziyadesiyle kuraklaştıran kesinlik içeren tanımlamalarımız. Kategorize edip, işaretleyip, ayırıp, sınırlandırıyoruz. Oh mis. Hangimizin ne olduğu kimin kimlerden olduğu herkesin yeri belli. Ama düşündüysek ve karar verdiysek ve seçtiysek bile tekrar düşünmekte ve değerlendirmekte ne sakınca olabilir ki? Belki artık öyle değildir?

Comments


bottom of page